F Klavyenin Hikayesi

Bölüm 1 – Türk Milli Klâvyesi


Türkiye’de ve Dünyada; daktilografi ve bilgisayar alanında önemli buluşlardan biri sayılan “F Klâvyenin İcadı”nın, başka hiçbir yerde bulunmayan hikayesini sizlere bu sayfadan sunuyoruz.


1950′li yıllarda yaşanan ve Atatürk’ün gerçekleştirdiği Harf İnkılâbını örnek alarak gerçekleştirilen çalışmayı ilk bölümlerinden itibaren aşağıda bulabilirsiniz. Geri kalan bölümler, ilerleyen zamanlarda tamamlanacaktır.


Bölüm 1 – 1947-1951 Yılları Arası


Yıl 1947…


Haziran ayı… Sultanahmet’te Birinci Ticaret Lisesi’ndeyiz. Okul müdürü Adil Erdener, her ders yılı sonunda öğretmenlerin doldurup, müdürleri vasıtasıyla Bakanlığa yolladıkları “Talim Sicili”nin İhsan Yener’e ait olanını elinde sallaya sallaya koridorun başındaki sahibine yaklaşıyor. Tecrübeli idareci edası ve canlı gülüşü ile:


- Dik kafalı çocuk! Yine neler yazmışsın?.. Bunu yırt at, yenisini akıllı uslu yaz!.. Bu Bakanlığa gitmez.


- Neden?


- Böyle zehir gibi yazılır mı? Okusana,


(Öğretmenin doldurduğu sayfaların sonuncusunu alıp uzatıyor:


“…..


Daktilografide: Kısa bir zamanda dakikada yüz kelimeye kadar süratli yazabilen öğrenciler yetiştirdim. Fakat daima piyasada rezil olmaktayım. Çünkü öğrencilerim bu sürati elde edebilmek için klâvyeye bakmadan (ezbere) yazmaktadırlar. Sadece ezberlediği klavyede bir daktilografın bu süratlere erişebileceğini, değişik klavyelerde hiç yazamayacağını idrak edemeyen iş adamları, müdür ve şefler piyasada pek çoktur. Bunlar öğrencilerimi istihdam etmeden evvel kendi anlayışlarına göre, imtihan etmektedirler. Belki 60 çeşit klavye arasında öğrencim % 99 ihtimalle öğrenmediği bir klavye ile karşılaşmakta ve yazamamaktadır. Bu durum karşısında imtihan eden:


- Demek sizin yaptığınız müsabakalar da uydurma, “Ben bu klavyede yazamam” ne demekmiş. Daktiloyu öğrenmek demek, her makineyi kullanmayı öğrenmek demektir” şeklinde konuşmakta ve standart klavye anlayışından bihaber olduğundan; önce öğrencimi, sonra beni rezil etmektedir. Aslında bu rezalet bize değil, Bakanlığımıza aittir. Çünkü benden önceki meslektaşlarımın senelerce haykırdığı gibi ben de tekrar edeyim:


Türkiye’de standart bir millî klâvye kabul ve tatbik edilmedikçe, piyasada 60 çeşit klâvye revaçta bulundukça, daktilografi öğretiminden hayır yoktur; olmaz… Öğrenenlerin % 99’u ziyan olup gitmeye mahkûmdur.


Stenografide: Devlet stenosu veya komisyon stenosu isimleri verilen ve okutmağa mecbur olduğumuz stenografi kuralları acizdir. Sadece bu kurallarla yetinilirse birçok kelimeler yazılamaz. Öğrenilmesi zordur. Esaslı şekilde islâh edilmedikçe veya atılıp bambaşka esaslarla yenisi yapılmadıkça bu stenografiyi okutmak, öğrencinin, hocanın ve programların saatlerini israf etmekten başka bir şey değildir…”


Adil Bey konuşmasına devamla:


- Daha 6-7 aylık öğretmensin. Stajyerliğin öğretmenler kurulunda henüz kabul edildi. Karar daha Bakanlığa bile gitmedi. Tertiplediğin Birinci Türkiye Daktilografi Şampiyonası ve yetiştirdiğin öğrencilerle alâkalı Bakanlığın takdirini kazandın. Talim Sicilinin ve Bakanlığa gidecek yazıların nasıl olması icap ettiğini de öğren… diyor.


Psikoloji kurallarına bağımlı ve samimiyeti ile Talim Sicili’ni İhsan Yener’in eline sıkıştırıp (usule uygun) bir nüsha yazdırtmaya ikna ediyor.


İhsan Yener bundan sonra daha birçok kereler bu eda ile yazılar yazmış, Adil Bey’den geçenler düzelmiş, geçmeyenler yüzünden başına birçok belâlar gelmiştir.


* * *


Yıl 1950…


Bay İhsan Yener


Birinci Ticaret Lisesi Steno-Daktilo Öğretmeni


Sultanahmet Şehir


Mesleki bir mesele üzerine görüşmek üzere teşrifiniz beni çok memnun edecektir.


Saygılarımla.


Linguafon Enstitüsü Sahibi


Vitali Bilen


 


Acaba görüşülecek meslekî konu hangi mesleğe ait? Daktilografi mi? Muhasebe mi? Gelir Vergisinin ilk tatbiki senesi olduğuna göre acaba bir muhasebeci mi lazım? Yoksa Vergi müşaviri mi?


Linguafon Enstitüsü sahibi aynı zamanda bir reklam (tabiri caizse) hastası… Acaba bu konuda bir mesele mi var? Öyle ya, mektubun muhatabı aynı zamanda Ticaret Lisesindeki Neşriyat dersinde Reklamın felsefesini yapıyor…


İşler de pek çok… Ders yılı başı… Sınavlar bitip neticeleri alelacele alınmış hemen ertesi gün mektepler açılmış. Kayıtlar daha bitmemiş. İlk sınıflara talep fazla… Sınıflar kalabalık… Bir yandan Müdür Yardımcılığı bir yandan Daktilografi öğretmenliği… 60-70 kişilik sınıflarda 40 yazı makinesi ile Daktilografi dersi nasıl yapılacak? Zaten ders haftada 1 saat…


Her sene açılan “Daktilografi Uzmanlık Kursu” bu sene de açılıyor. Yüzlerce talip arasından seçilen 40 kişi ile çalışmalar başlıyor. İşin düzen ve intizamını temin etmek hep ilk günlerin davası…


Bu uğraş arasında 1-2 hafta zarfında davete kabul fırsatı yaratılıyor.


- İsminizi ve adresinizi bana Asri Daktilo Dersevi’nin sahibi Pepo verdi. Daktilo meselelerinde her soracağıma sizden cevap alabilirmişim.


- Bildiğim kadar evet…


- Şu yazı makinesinin Türkiye mümessiliyim. Yeni aldım bu işi… 6 aydan beri ilanlarına da başladım. Gazetelerde her gün (Rooy) çıkıyor. Ne olduğunu henüz kimse bilmiyor. Yavaş yavaş ne olduğu anlaşılacak.


 Reklamda başarılı olmak için bir şart da malın iyi ve kötü taraflarını, yani kalitesini tamamen, bütün ayrıntılarıyla bilmektir.


 Şimdi sizden ricam: Bana bu makine hakkında bir rapor hazırlamanızdır. Mümkün mü?


 - Mümkün.


 - 4 santim kalınlığı olan kitap gibi, her çantaya sığabilen bu ince ve hafif (portatif) makinenin şu (İdeal) ayarında olmadığını biliyorum. Fakat iyi ve kötü her şeyini de bilmek istiyorum. Sonra, bu malı satarken yanında, alanın kendi kendine öğrenebileceği bir broşür de vermek istiyorum. Bunu da hazırlamanızı rica etsem.


 - Olur. Fakat bir klavye meselesi var.


 - Bu makinenin klavyesi şu…


 - Evet, görüyorum. Diğer birçok makinelerin klavyelerinden farklı. Onlarda olduğu gibi bunda da öğrenen bir başka makinede yazamayacak.


 - Neden?


 - Çünkü on parmakla yazan, bir klâvyeyi ezbere bilir ve bakmadan yazar. Her klâvyeyi ezbere bilmesine imkan olmadığından ezberlemediği klâvyeye geçince bakmadan yazamaz ve bu takdirde on parmakla yazmanın kıymeti kalmaz..


 - Bu belki benim için bir bakıma iyi gibi görünüyor ama esas itibarıyla kötü bir şey. Peki bunun çaresi?


 - Standart bir Milli Klâvye..


 Bunu önce Maarif Vekaletine kabul ettirebilirsek, başka memleketlerde olduğu gibi bizde de tek klavye olursa daktilograf nereye giderse gitsin aynı klavyeyi bulur ve metodu ile yazabilir. Hem şahsi sıkıntı çekmez hem işlerin verimi artar…


 - Bu iş için bir çalışma ve teşebbüs var mı?


 - Evet. Benden evvelki Daktilografi hocaları ta 15 seneden beri bu dava için uğraştılar… Ben de hoca olduğum günden beri teşebbüs eder dururum. Nihayet 1947’de Avni Başman’ın Vekilliği zamanında Türkçe ve Daktilografi hocalarına bu iş için bir yazı geldi.. Yeniden bir Standart klavye tertibi isteniyordu.


 İstanbul’da Dakikada 70 kelimeden daha süratli Daktilo yazabilen kimler varsa hepsini bir araya topladık. Daktilografi ve Türkçe öğretmenleri de aynı gruba katılıp birkaç toplantı yaptık. Çok çetin münakaşalar sonunda bir şekilde karara vardık ve bu şekli Vekalete gönderdik. Gidiş o gidiş… Ne bir cevap geldi ne karar. Esasen daha o yazımız gitmeden Vekil değişmişti..


 - Şimdi tekrar gidip yeni Vekile işi anlatsanız.. Görüyorsunuz rejim değişti.. Birçok yenilikler hevesle ele alınıyor.. Belki bu işi de ele alırlar. Hatta ben sizi bu iş için arabamla Ankara’ya götürüp getiririm..


 - Bu işte sizin ne menfaatiniz var?


 - Biliyorsunuz ben reklamcıyım. Siz Ankara’da kabul ettirebilirseniz ben hemen oradan Fabrikaya telgraf çeker ve Milli Klavye ile ilk partiyi herkesten evvel getirtirim. Kabul ettiremezsek bile böyle bir memleket işine hizmet etmiş olmanın manevi hazzı bana yeter. Ben de bu memleketin evladıyım…


 Hem zaten benim de Ankara’da görülecek bazı işlerim var.. Bu ay içinde gidebiliriz. Ne dersiniz?


 - Ben öğretmenim. Mevzuata göre dersimi bırakıp gitmek için bana kolay kolay izin vermezler.


 - Cumhuriyet Bayramı yakın. Gidiş gelişi tatile denk getiririz. Orada kalacağınız 2-3 günü de mevzuata uydurmanın çaresi yok mu?


 - Var.. Dersim olmayan günler var.. Senede 3 defa tezkere yazma hakkı diye bir şey de var. Bu iş olabilir. Gidebiliriz.


 - Mutabık mıyız?


 - Mutabıkız.


 


- Merhabaaa… Hoş geldin İhsan Bey… Hayrola?


 - Hoşbuldum efendim. Klavye işi için geldim.


 Ticaret Öğretim Şube Müdürlüğü’ne yeni tayin edilmiş bulunan Raşit Bey “iyi ettin” derken, aynı makamın eski müdürü Avni Bey “Ne lüzum vardı” gibilerinden manâlı gözlerle bakıyordu.


 - Efendim, Ruhi Bey müsteşar beye bu hususta bir mektup yazmıştı. Sabah gördüm. Klavye meselesi hakkında anlattıklarımı dinledikten sonra:


 “- Öğleden sonra saat 4’te ben Teknik Öğretimde olacağım, Raşit Bey ve Avni Bey’le beraber gelin görüşelim” dedi. Mümkünse bu husustaki dosyaları çıkartıp her şeyi hazırlayalım…


 - Çok iyi olur.


 Diyen Raşit Bey hemen memurlara bu husustaki evrakı çıkarmalarını söylüyor.


 Dosya bulunduktan sonra (klavye) bahsinde bugüne kadar yapılanlar tetkik ediliyor..


 10 Mayıs 1943 tarihinde Ticaret Öğretim Müdürü Abdullah Nuri Aker’in başkanlığındaki komisyon:


 “On parmak usulünde metodun icabı sağlanabilmesi için hiç değilse okullarımızda tek tip bir klavyenin temini göz önünde bulundurulmak gerekir. Türkiye’ye şamil bir klavyenin kabul edilmesine bugünkü iş hacmimize göre kat’i zaruret görülmektedir. Böyle bir klavye, rasyonel mesai temin edecek, zaman ve iş kaybının önüne geçecektir” şeklinde bir rapor vermiş.


 1946’daki Maarif Şûrasının Ticaret Öğretim Komisyonunda Süleyman Sergici tarafından klavye hakkında verilen takrir ittifakla kabul edilerek umumi heyetin de tasvibine mazhar olmuş.


 29.12.1948 tarihinde Ankara-Adana-İstanbul ve İzmir Ticaret Liselerinde kurulacak komisyonların Standart klavye şekillerini tespit etmesi maarif vekaleti tarafından kararlaştırılarak bu emir 13.1.1949 tarihinde vilayetlere gönderilmiş.


 Bu 4 komisyon ayrı ayrı 4 esas şekil tespit etmiş:


 Adana Komisyonu: “Maliye Vekâleti kırtasiye satın alma komisyonu” için 1928 senesinde tertiplenen klavyeyi esas itibariyle kabul ederek, ufak tefek bazı tadilattan sonra bu şeklin standart olmasını temenni etmiş.


 İzmir Komisyonu: Türkçe öğretmeninin 4.000 kelime üzerinden hazırladığı “harflerin kullanılma oranı istatistiği” ile yepyeni bir klavye tertipleyerek en çok kullanılan harfi en kuvvetli parmağın yazmasını temin etmiş;


 İstanbul Komisyonu: Türkçede kullanılan bütün kelimeler üzerinden hazırlanan “harflerin kullanılma oranı istatistiğini” evvela Türk Dil Kurumu’ndan istemiş. Sonra, Türkçede kullanılan 29.934 kelimenin 183.596 harfini tasnif ederek en emniyetli istatistiği temin etmiş;


 Diğer taraftan hekimlerle işbirliği ederek, el ve parmak röntgenlerini, kemik, sinir ve adale hareketlerini inceleterek en kuvvetli, en işlek, zayıf ve kuvvetsiz parmakları tespit ettirmiş.


 Bu suretle harflerin kullanılma oranları ile el ve parmakların işleklik oranları arasında bir ilişki kurarak tespit edilen klavyenin standart olmasını istiyor.


 4 ayrı klavye şekli ve raporları içeren birçok sayfalık bu yazılar toplandıktan sonra Ticaret Öğretim Müdürü Abdullah Aker, yardımcısı Rıza Akbora’ya hitaben:


 “Bu 4 şekli ve Raporları birleştirelim” notunu yazmış…


 Şimdi iş; bu dört şeklin birleştirilmesi…


 Saat 4’te Teknik Öğretim dairesine gelen müsteşara bu durum anlatılıyor. Müsteşar, Eski Ticaret Öğretim Müdürü Avni Ayata’ya soruyor:


 - Ankara’da bu işi derhal kararlaştırabilecek yetkili kimseler var mı?


 - Var efendim. Ticaret Lisesinde.


 - Yarın bir toplantı yapıp bu işi neticelendirelim.


 - Peki efendim


 


1 Kasım 1951


 Ankara’da istasyon yanındaki Teknik Öğretim Genel Müdürlüğü binasının Ticaret Öğretim Şube Müdürlüğü Odası. Bir koltuğa ilişmiş elindeki dosyaları merakla inceleyen bir yabancıdan başka kimse yok bu odada henüz. Saat 14’e doğru bir yabancı daha geliyor. Tanışmadıkları için o da diğer bir koltuğa oturuyor. Konuşmuyorlar… Biraz sonra gelen bir üçüncü, bir dördüncü kimse ikinci gelenle aralarında konuşuyorlar:


 - Bizi niçin topladılar yahu?


 - Klavye işi için.


 - Benim saat 3’te mahkemem var fazla kalamam. Kısa kesin Allah aşkına.


 - Benim de işim var. Vaktiyle bir klavye yapmıştık ya şimdi ne istiyorlar?


 - Adana’dan filan gelen klavye teklifleri farklı imiş. Birleştirilmesini istiyorlar.


 - Bu hususta konuşmağa lüzum bile yok. Vaktiyle yaptığımızı kabul edelim bitsin gitsin…


 * * *


 Biraz sonra Avni Ayata’nın başkanlığında toplanan komisyonda:


 Adana ve İzmir klavye teklifleri, raporları okundu ve şekiller incelenerek geçildi.


 Ankara ve İstanbul tekliflerinde aynı zihniyetle (en çok kullanılan harfi en işlek parmağa vermek) hareket edildiği fakat Ankara’nın 4.000, İstanbul’un 29.434 kök kelimeden elde edilmiş istatistikleri esas almaları yüzünden farklı yapılmış ama bizimki daha iyi..


 - Niçin?


 - O kadar çok kelime saymaya ne lüzum var? 4.000 kelime kafi…


 - Türkçedeki bütün kelimelerden yapılmış bir istatistik, 4.000 kelimelik bir sondajdan daha doğru netice vermez mi?


 - Türkçedeki bütün kelimeler her zaman kullanılmıyor ki? Halk konuşma dilinde 1.000 kelime bile konuşmuyor.


 - Daktiloda çoğunlukla yazılacak olan kelimeler halk dilinden midir?


 - Hayır… Ticaret dili.


 - Bizde yerleşmiş bir ticaret dili henüz yok ki…


 - İktisat dilini esas alabiliriz…


 - Niçin hukuk dilini almayalım?


 - Edebiyat da lazım. Yazarlar romanlarını hep kalemle mi yazacaklar?


 - Resmi daireler bugün için memleketimizde kullanılan yazı makinelerinin çoğuna hakimdir. Resmi dili esas almak lazım.


 - Bütün konuşulanları bir araya toplarsak: Yazı makinesinin her yerde kullanıldığı, bu yüzden Türkçedeki her mesleği kolayca yazabilecek bir klavye tertibine imkân verecek olan istatistiği esas almamız gerektiği ortaya çıkıyor.


 - Ankara’nın istatistiği bunu temin eder?


 - 4.000 kelimelik istatistik mi?


 - Hatırladığıma göre bu 4.000 kelime ayrı ayrı 3-4 metinden seçilmişti, içinde edebiyat, hukuk ve iktisadi bahisler vardı..


 - Her konuyu içerecek olan Türkçedeki bütün kelimelerin (İstanbul’un) istatistiği daha isabetli değil mi?


 - Türkçede imla kılavuzunun tespit ettiği 29.934 kök kelimenin hepsi, bugün için kullanılan kelimeler değil ki.. İçinde unutulmuş, eskimiş kelimeler de var, anlaşılmadığı için henüz kullanılmayan yeni kelimeler de var. Türkçe temiz bir Türkçe değil ki. İmla Kılavuzunda Arapça da var, Farsça da var, Yunancadan, Latinceden gelmiş kelimeler de var.. Yeni Türkçe, eski Türkçe, orta Türkçe diye bir sürü uydurmalar bile var. Bunların tamamını esas almak doğru mu?


 - Büyük adetler kanuna göre doğru…


 * * *


 


2 Kasım 1951


 Dün İstatistik tartışmalarıyla başlayan toplantı, Ticaret Öğretim Şube Müdürlüğünün bitişiğindeki toplantı odasında devam ediyor…


 İstatistik bahsinde kesin karara varılamayınca şekiller üzerinde tartışma başladı…


 - (A) harfinin yeri orta sırada olmalı?


 - Yukarı sırada daha kolay yazılmaz mı acaba?


 - Nasıl olur?


 - Yukarı sıra, yukarıdan aşağıya doğru olan vuruşlar için daha müsaittir.


 - Tecrübe edelim…


 Esasen makineler ortada duruyor… İnanmayanlar hemen yazıp tecrübe ediyorlar.


 - Bak (E) harfinin yeri güzel işte…


 - (K) da iyi yerde.


 - (M) nin yeri olmadı…


 - Galiba İstanbul’un istatistiği daha iyi…


 - Acaba bu çalışmayı yapanlar bu vazifenin önemini, ciddiyetini anlamış mıydılar?


 * * *


 


3 Kasım 1951 sabah..


Dün akşam sonuna yaklaşan tartışmaların neticesi bugün öğleden sonra alınacak.. Sabah bazı öğretmenlerin dersleri olduğu için toplanılmıyor…


Bu fırsattan istifade ile, İhsan Yener daha evvel (1951 senesi Nisanında) daktilo ile resim yapma sanatının korunması ve tanıtılması için tanıştığı, o zamanın Maarif Vekili Tevfik İleri’yi ziyaret edip yine o zaman anlattığı klavye davasının ele alınmasını rica etmeyi faydalı buluyor…


Sarkmış gözlüklerin üstünden zeki gözleriyle bakan vekil:


 - Daktilo ile Resim… İhsan Yener sizdiniz değil mi?


 - Evet efendim..


 - Nasıl. Yine öğrencileriniz güzel resimler yapıyorlar mı?


 - Yapıyorlar efendim?


 - Bir de klavye davanız vardı.. O ne oldu?


 - Bu sefer bu iş için geldim efendim.. Komisyonumuz 3 gündür çalışıyor. Bugün bir neticeye varabilirsek neticeyi makamınıza arz edecekler.


 - Çok iyi, benim yapabileceğim nedir?


 - Size getirilecek kararın bir an evvel tatbikini temin ederseniz memlekete çok büyük iyilikler yapmış olacaksınız efendim.


 - Derhal.. Hiç vakit kaybetmeden.. Bu benim vazifem.. Hiç merak etmeyin…


 - Sağolun efendim. Çok teşekkür ederim…


 * * *


 


3 Kasım 1951 öğleden sonra…


Çoğu kesin karara bağlanamayan iki günlük tartışmalardan sonra çoğunluk kararı ile yeni klavye şekli meydana çıktı.


İstanbul Komisyonunu temsil eden İhsan Yener:


 - 3 günden beri devam eden bu tartışmalar ilk değil. İkinci değil.. Üçüncü değil… Daha önce de bu husustaki tartışmalar o kadar çok oldu ki ben artık A veya Z harfinin yerini bir tarafa bırakıyorum. Benim için şimdi mühim olan: “şekil ne olursa olsun fakat Türkiye’nin her yerinde aynı olsun.. Standart olsun” meselesidir. Bir Amerikalı, Amerika’nın neresine giderse gitsin hep aynı klavyeyi buluyor, bir Fransız Fransa’nın her yerinde, bir Alman Almanya’nın her yerinde öğrendiği klavyeyi bulurken bir Türk bu imkândan mahrum. Bu yüzden kaybettiğimiz emeklerin, israf ettiğimiz iş saatlerinin haddi hesabı yok. Biz buna mani olalım. Yapacağımız iş bugünkü daktilograflar için değil, istikbal için. Tek klavye olsun da ekseriyetin istediği şekil olsun..


Avni Ayata işi ele alıyor:


 - Yapılacak iş ufak tefek değil, oyuncak değil, İhsan bey; memleket çapında; nesiller boyunca hakim olacak bir iştir. Bugünkü Demokrasi anlayışında bizim burada kendi kendimize böyle bir karar vermeye hakkımız var mıdır bilmiyorum. Kabul edilecek Milli Klavyeyi Türkiye’de Daktilo yazan herkes ileride kabule mecbur kalacaktır. Kanunen mecbur edemesek bile milli klavye yayıldıkça bundan başkasını bulamayacağından kullanmaya mecbur kalacaktır. Adil bir karar vermek istiyorsak bu kararı vermeden evvel, bu kararla müstakbel bir mecburiyetine girecek olan herkesin fikrini, düşüncesini almalıyız..


 - Her daktilo yazana mı soracağız? Bu mümkün mü?


 - Hiç olmazsa temsilen sorabiliriz. Mesela bütün vekaletlerin, Bankaların, İktisadi Devlet Teşekküllerinin düşüncelerini almalıyız?


 - Bunu yapmak demek bu işi senelerce uzatmak demektir. Yazılması, sorulması, onların cevap yazmaları. Aylarca bitmez.


 - Çok acele cevap verilmesini isteriz.


 - İşler sürüncemede kalacak. Yazık olacak.


 - Kalmaz…


 - Bu işin tekniğini bilmeyene sorulur mu?


 - DEMOKRASİ BUDUR…


 ? ? ?


İhsan Yener kendisini arabasıyla Ankara’ya getiren, bir haftadır Ankara’da misafir eden Vitali Bilen’e bu neticeyi büyük bir kederle anlattı.


Ertesi sabah emekli Citroen, İstanbul yolunu tutmuştu.


İhsan Yener düşünüyordu:


 - On parmakla daktilo yazma usulünü bilmeyenler için (A) harfi nerede olursa olsun fark etmediği halde bunlar en ufak bir değişikliğe razı olurlar mı? Alışkanlık denen o muazzam şey sigara içmek bahsinde bile bütün insanları esir ettiğine göre hangi daktilograf alıştığı şekli değiştirmek ister? İşin gereğini anlamış olan metotlu yazanlar Türkiye’de kaç kişidir?


Bunlar için bile değişik bir klavyeye razı olmak başlangıçta büyük bir fedakârlık değil midir?


Acaba Atatürk harf devrimine karar vermeden önce (A) harfi böyle mi olsun, (E) şeklinde mi olsun diye, okuma yazma bilmeyen bir cahile veya Arap harflerine alışmış bir kâtibe sorsaydı bu devrimi yapabilir miydi???


 


Bölüm 2 – 1955 Klâvye İnkılabı


20 Ekim 1955 – Klâvye İnkılâbı


Yazının icadıyla insanlık tarihi bugünkü seviyesine erişmiştir. Güzel ve herkes tarafından kolaylıkla okunan yazının önemi ortadadır. Ancak bu her zaman mümkün olamamakta, iş hayatının gerekleri olan zamandan tasarruf da sağlanamamaktadır.


Yazıyı yazarken geçen zamana, okumanın güçlükleri ve zaman israfı da ilave edilirse, önemli bir toplam tutar. Yazıyı teşkil eden harf ve noktalama işaretlerini, bütün parmakları çalıştırarak kağıdın üzerine veya ekrana aksettirmekle, hem zamandan kazanılmış, hem de herkesin daha kolaylıkla okuyabildiği Latince matbaa harfleri temin edilmiş oluyor.


Daktilo=parmak ve grafi=yazı anlamları birleştirilmek suretiyle daktilografi yani parmaklarla yazma işi temin edilmiştir. Daktilografi makinelerinin icadı ile çabuk yazabilen ve herkesin daha kolay okuyabileceği standart yazıların yayılması aslında yüz yıldan fazla zaman geçmiştir.


İngiltere’de Mühendis Henry Mille’in 1714 yıllarında ilk daktilografi makinesini bulduğu kabul edilmektedir. Zamanımıza kadar isimlerini daktilografi makinelerine veren pek çok alim bu sahada faydalı olmuşlardır. Gitgide daha gelişmiş makineleri ortaya koymuşlardır. İlk önceleri yazılar yazılırken gözle görülmüyordu. Keza parmak uçlarının temas ettiği harf yuvalarındaki harflerin o dildeki tekrar sayısına göre, tanzim edilmemiş; harflerin bağlı olduğu kolların birbirine dokunmaması için, birbirinden mümkün mertebe uzaklaştırılmıştır.


Teknik imkanlar harflerin birbirine takılma endişesini bertaraf ettikten sonra, birçok milletler harf, rakam ve noktalama işaretlerinin yerlerini kendi dillerinin hususiyetlerine göre ve en çok tekrar edecek harfleri en kuvvetli ve en kolay yazan parmaklara yerleştirerek kendi adlarına göre klavyelerini tespit etmişlerdir.


 Alman klavyesi, İngiliz klavyesi, Macar klavyesi, Polonya klavyesi gibi.


 Kullanılan rakam, harf ve noktalama işaretlerinin bulunduğu tabloya klâvye denmektedir:


Memleketimizde 20 Ekim 1955 tarihine kadar daktilografi makinesi yapan yabancı firmaların çok defa, Türk klavyesi dedikleri klavye nedir?


Bu soruya cevap verilmeden önce, şu hususu açıklamak lazımdır: Memleketimizde tek tip (Standart) bir klavye yoktur. Harf yerleri birbirinden ayrı pek çok klavye çeşidi vardır. Kullanılan daktilografi makinelerinin % 70-80 kadarı genel dengeye dahil dairelerle, mülhak ve hususi bütçeli idarelerin, Belediyelerin, sermayesi tamamen devlete ait teşekkül, banka, ofis, kurum ve sandıkların ve sermayesinin en az yarısından fazlası bu saydığımız idare ve müesseselere ait ortaklıklar elinde bulunmaktadır. Geri kalan kısmın, özel teşebbüs ve şahıslarda olduğu sanılmaktadır.


Memleketimizde kullanılan daktilografi makinelerinin büyük çoğunluğu, Maliye Vekaletince kırtasiye satın alma komisyonu tarafından temin edilmekte idi.


Resmi daireler için satın alınacak makinelerin aynı klavyede olması düşünülerek, ilk defa 1928 senesinde bir klavye tertiplenmiştir. Daktiloların makine değiştirmek mecburiyetinde kaldıkları hallerde, acemilik çekmemeleri ve her makinede aynı süratle yazabilmelerini temin maksadı ile hareket edilmiştir.


Maksat çok yerinde olmakla beraber, tam bir netice alınamamıştır. 1928 yılında Latin harflerinin memleketimizde kabulünden sonra; Latin harflerinde yazı yazan 20 kadar milletin yetkili temsilcilerinin iştirakiyle hazırlanan genel klavyenin tertibine uyulmaya çalışılmıştı. Klavye Universal ismini verdiğimiz bu klavyede harfler her ne kadar parmakların kolayca dokunabileceği yerlere konmuşsa da her dilin ayrı özelliği bulunduğundan tam bir ahenk sağlanamamıştır.


Universal klavyeden Türkçede bulunmayan bazı harfler kaldırılmış yerine Türkçede bulunan Ş ve Ğ harfleri konulmuş, î, â, û harfleri çıkarılmış yerine ölü tuştaki inceltme işaretleri yerleştirilmiştir İşte 1928’den beri kullanılan Maliye Vekaletince tanzim ettirilen bu klavye Türk Klavyesi adı altında kullanılmakta idi.


Bu klavyeden başka arada pek çok klavyeler tertiplenmiş olup bu çeşitli klavyeler uzun zamandan beri yalnız özel teşebbüste değil, resmi dairelerde de geniş alanda kullanılmakta idi.


Memleketimizde bulunan çeşitli klavyelerle Türk klavyesi adı verilen, aslında yukarıda açıklandığı gibi Universal Klavyeden adapte edilen klavyede, tertip çok noksandır.


Türkçede en çok tekrar eden A harfi en kolay hareket edebilen en işlek ve en kuvvetli parmak olan işaret parmağının vuracağı yere konulacak yerde, ondan 5 defa daha az tekrar eden F harfinin buraya konması bir misal olarak gösterilebilir.


Kelimeleri yazarken iki el arasında sıra değişimi münasebeti de pek azdır. 10 parmak metodu ile klavyeye bakmadan yazı yazarken, tek elin parmakları birçok kelimeleri yazabilmekte, diğer elin gerekli yardımı esirgenmektedir. Özel teşebbüsler ve kişilerin kullandıkları bilgisayar klâvyelerinin de, diziliş farkları pek çeşitlidir. Bu fark, kısmen birçok milletlerin 10 parmakla klavyeye bakmadan yazma metodunun kabul edilmesinden sonra, kendi dillerinin özelliklerine göre Üniversel Klavyeden ayrılarak Milli Klavyelerini yapmalarından ve bu tarz klavyeli makinelerin muhtelif yollarla memleketimize girmesinden doğmuştur.


On parmakla bakmadan yazma metodunun bilinmediği zamanlarda, esasen klavye tertibinin önemi azdı. Çok tekrar eden harflerin, kuvvetli ve kabiliyetli parmaklarla yazılması düşünülmemekte, sürekli yazma sırasında çok kullanılan harflerin, birbirine takılmaması için, birbirinden çok aralıklı konulması, dağıtılması usulü takip edilmekte idi. Bu usule göre düzenlenmiş pek çok daktilo makinesi, makine endüstrisinde ileri hamlelerle teknik bakımından harflerin birbirine takılması sorunu giderildiği halde, memlekete girmekte devam ediyordu.


Bilgisayarla yanlışsız ve sürekli yazmak, bugünün icaplarındandır. İstenilen bu neticelerin elde edilmesi 10 parmakla klavyeye bakmadan yazma metodu ile mümkün olmaktadır.


İki parmakla yazı yazmaya gayret ede ede, bilgisayarın kullanılmasını kendi kendine öğrenenler, kullandıkları makineye mahsus kalmak üzere harf, rakam ve işaretleri ezberledikten sonra nispeten süratli yazmaya muvaffak oluyorlardı.


Pek çok emek sarfı ile uzun zamandan sonra ulaşılan bu sonuç pek az bir kitlenin nasibi idi. Bu arada yazı yazarken kaybedilen zaman ve enerji oranı itibara alınmıyordu. Gereğinden fazla enerji kaybı ile yorgunluk sonucu yazılan yazılarda çok hatalar oluyordu. Alınan kısır netice yazıyı yazanın eleştirilmesine neden olmakta, onun cesareti kırılmakta ve daima zevksiz yazmaktadır.


On parmakla bakmadan yazma metodu ile yazı yazanlar öncekilerle kıyaslanamayacak şekilde çok süratli, yorulmadan, bezginlik duymadan, zevkle, yanlışlık yapmadan, vakit kaybetmeden bu işi başarmakta ve takdir edilmektedirler. Ancak bu sonuca ulaşmak belirli bir eğitim ve öğretim görmekle mümkündür. Maarif Vekaleti okulları ve öğretmenleri ile bu konuyu yıllardır çözmeye çalışmaktadır. Ticaret Okullarında ve bu okullara bağlı olarak faaliyet gösteren akşam okullarında, Halk Eğitimi kurslarında Klâvye dersi veren öğretmenler öğrencilerini on parmakla bakmadan yazma metoduna göre yetiştiriyorlardı. Bu şekilde yetişenler toplansa mühim bir toplam tutar. Fakat daha okulda iken daimi yazdığı makineden başka bir makineye geçen öğrencinin şaşırması, duraklaması karşısında standart bir klavyenin lüzumu görülüyordu.


Hayata atıldıktan sonra okulda öğrendiği klavyeyi hiç bulamayan öğrencinin parmakları yerlerini şaşırır, klavyeye bakmadan yazamaz olur.


Artık parmaklar alıştığı harfleri bulamaz ise, yavaş yavaş on parmak yerine üç-dört parmakla yazmaya başlanır. Netice: Eğitim ve öğretimin bütün başarısı yok olmuştur.


İşte standart klavye ihtiyacını ilk olarak daktilografi sonraları bilgisayar öğretmenlerinin hissetmeleri bundandır. Şüphe yok ki yazdığı klâvye başkasında yazamayanlar da bunun acısını çekmektedirler. Klavye inkılâbının ilk öncüleri 1930'lardan başlayarak, böyle bir neticeyi gören Ticaret Okullarının Daktilografi öğretmenleri olmuşlardır.


Bu konuda bulunabilen resmi belgelere göre 10 Mayıs 1943 tarihinde o zaman Abdullah Nuri Aker’in başkanlığında Ankara’da Saffet Irtenk ve Süleyman Sergici’den oluşan bir komisyonun çalışmalarına rastlıyoruz. Adı geçenler tarafından tanzim ve imza edilen raporda kısaca:


“On parmak usulünde metodun icabı vesile sağlanabilmesi için hiç değilse okullarımızdan tek tip bir klavyenin temini göz önünde bulundurulmak gerekir. Türkiye’ye layık bir klavyenin kabul edilmesine bugünkü iş hacmimize göre kesin zaruret görülmektedir. Böyle bir klavye rasyonel çalışma temin edecek ve zaman, ve iş kaybının önüne geçilecektir” denilmektedir. 1946 Maarif Şurasında klavyelerinin birleştirilmesi hakkında Süleyman Sergici tarafından verilen bildiri de Ticaret Öğretim Komisyonu’nda çoğunlukla kabul edilmiş ve genel heyetin de onayını almıştı. Ancak bu iş nasıl başarılacaktı?


29.12.1948 tarihinde daktilografi öğretmenleri ile, tercihen yazı makinesini kullanmasını bilen Türkçe dersi öğretmenlerinden oluşan komisyon tarafından standart klavyenin tespit ettirilmesine Bakanlıkça karar verilmiştir.


Bu şekilde oluşturulacak komisyonlar tarafından, yazı makineleri klavyelerinin gözden geçirilerek harf, işaret ve rakamların klavyelerdeki yerlerinin tespiti için 19.1.1949 tarihinde Ankara, Adana, İstanbul Sultanahmet ve İzmir Ticaret Lisesi Müdürlüklerine emir verilmiş ve hazırlanacak raporların klavye örnekleri ile birlikte gönderilmesi istenmiştir.


Bu şekilde çalışmalar çok verimli olmuş, Türkçemizde en çok tekrarlanan harflerin kuvvetli parmaklara rastlamalarının gerektiği en üst sıradaki rakamların, işaretlerden daha çok kullanılmaları nedeniyle tek bir hareketle yazılabilmeleri için işaretlerin altına alınmaları gerektiği anlaşılmıştır.


1949 senesinden beri dört ayrı okulda ayrı ayrı tertiplenen klavyelerin Ankara’da birleştirilmesi için gerekli hazırlıklar yapılmış, Mesleki ve Teknik Öğretim Genel Müdürlüğü Ticaret Öğretim Şube Müdürü Raşit Tunca tarafından bu konuya çok önem verilmiştir. 3 Kasım 1951 tarihinde Raşit Tunca, Avni Ayata, Fahri Gülser, Tacettin Tantu, Ahmet Coşkun, Hüsnü Varlık, Rıfat Gökmen ve İhsan Sıtkı Yener’den oluşan bir komisyon 46 tuşlu bir klavye için şu tertibi uygun bulmuştu:


é > , = : + – % ? $ £


2 3 4 5 6 7 8 9 / ( ) ,


Y I E D U G R İ Ü P X ,


Ö S T A B N K M L O V W


J Ğ C Z H Ş F Ç ; -; Q


Bu tip klavyenin yalnız Ticaret Okulları için standart bir klavye değil, bütün memlekete yayılacak bir Milli Klavye olabileceği düşünülerek bu sahada çalışanların klavyeye dair fikirlerini almak maksadıyla bir anket yapılması kararlaştırılmıştır.


Bütün Bakanlıklara, Genel Müdürlüklere, Bankalara, İktisadi Devlet Teşekkülleri, Ticaret Odaları, Teknik Üniversitesine 27 Kasım 1951 tarihinde gönderilen anketten alınan neticelerin toplanması ve tasnifi ancak 1952 senesi Temmuz ayında bitirildi. Netice, standart bir Türk klavyesinin lüzum ve önemi kabulünün kapsamı bakımından mühimdir.


Meydana gelen klavye Milli klavyesi olan diğer Milletlerinki ile farklı bir görünüş arz ediyordu. Klavye tertiplenirken takip edilen yol, diğer milletlerin milli klavyelerini yaparken yürüdükleri yolun aynı mıdır? Başka milletler klavyelerini yaparken hangi yollardan yürümüşlerdir?


O tarihlerde İstanbul’da Mesleki tekamül kursu görmekte olan Ticaret Liseleri öğretmenlerinin standart Türk klavyesi ile meşgul olan komisyonunda Saffet İrtek’in teklifi ile yabancı memleketlerden öğrenci müfettişliklerimiz vasıtasıyla bu hususların öğrenilmesine karar verildi.


Fransa, İsviçre, İngiltere öğrenci müfettişlikleri vasıtasıyla gelen raporlar ayrı ayrı incelettirilmiş ve klavye tertibinde takip edilen usulün aynı olduğu anlaşılmıştır.


1954 yılı Temmuz’unda Ticaret Okulları Daktilo ve Stenografi öğretmenleri için açılan tekamül kursunda toplanan 35 daktilo öğretmeni Milli Klavye davasının bir türlü halledilememesi yüzünden daktilo öğretiminde bütün emeklerin neticesiz kaldığını belirtmişlerdir.


Bu zamana kadar çalışmalar olumlu olmakla beraber, bir türlü netice alınamamakta böyle bir klavyenin her daktilo makinesi kullanana kabul ettirimesi için ve bu klavyeden makine getirtilmesi ve satılmasını teminen de yeni bir kanun çıkarılması gerektiği sanılmakta idi. Büyük faydası olmakla beraber Antidemokratik olacağı nedeniyle, düşünülen kanun tasarısı hazırlanmamakta idi.


1955 yılının ilk günlerinden beri, Mesleki ve Teknik Öğretim Genel Müdürlüğü’nde ders kitapları konusunda hummalı çalışmalar vardı. Erkek ve Kız Teknik Okulları gibi Ticaret Öğretim Okullarında da kitap sıkıntısı mevcut, bilhassa mesleki derslerin kitapları yok denecek kadar az. Serbest basıma bırakılarak bastırılması istenen kitapların yazdırılmasına teşebbüs etmeden evvel müfredatlarını tespit etmek gerekiyordu. 10 yıldan fazla zamandan beri tatbik edilmekte olan müfredat bugünün ihtiyaçlarına cevap verebilecek vaziyette midir? Derslerin öğretmenleri talim sicillerinde müfredat programları hakkında neler düşünüyorlar? Bu bakımdan her derse ait düşüncelerin hulasaları Ticaret Öğretim Müdür Muavini Sabahattin Sertoğlu tarafından çıkarılırken pek tabii olarak daktilografi dersi de ele alındı. Daktilografi dersi üzerinde çalışmalar iki önemli problemi ortaya koyuyordu. Dersin verimli olabilmesi için bazı sınıfta haftada 2, bazısında bir saat yapılmasından vazgeçilerek teksifi olarak ve öğrencilerin en çok gelişmiş olduğu son sınıflarda okutulmasını sağlamak, daktilografi dersinde gerekli beceriyi kazanmak için muhtelif sınıflara dağıtılmaması, hatta ders saatlerinin arttırılması gerektiği böylece birinci problem olarak ortaya çıktıktan sonra ikinci ve belki de daha mühim problem de standart klavyelerin bir an evvel tetkiki meselesi olmuştur. Klavyenin alacağı son şekle ve ders saatine göre dersin müfredat programını hazırlamak ve buna uygun kitaplar yazdırmak mümkün olacaktı.


Mesleki ve Teknik Öğretim Genel Müdürlüğü Ticaret Öğretim Şube Müdürü Raşit Tunca ve Muavini Sabahattin Sertoğlu bu mevzunun en kısa zamanda kesin olarak halledilmesine ve derslerde verimin arttırılmasına çalıştılar. Bu sahada çok değerli çalışmaları olan daktilografi-stenografi öğretmeni İhsan Yener’in de Ankara’ya davet edilmesi ile gerekli hazırlıkların gözden geçirilmesini ve Ankara Ticaret Lisesi’nde bu mevzuda faydalı olabilecek yetkili öğretmenlerden teşekkül edecek komisyonda evvelce yapılmış olan klavyenin tekrar tetkik ettirilmesini uygun buldular. Kabul edilecek klavyenin bütün Ticaret okullarında tatbik edilmesi için okullardaki yazı makinelerinin klavyelerini değiştirmek yetecekti. Bundan sonra daktilo makinesi ile yazı yazmayı metotlu olarak öğrenenler daima aynı okullardan çıktıklarına göre, yavaş yavaş gittikleri yerlere bu yeni klavyeleri götürmeleri ve standart klavyenin haiz olduğu çok yüksek vasıflar dolayısıyla gittikçe yayılacağı düşünülüyordu.


Mesleki ve Teknik Öğretim Genel Müdürü Ferid Saner klavye konusu kendisine anlatıldığı zaman çok büyük bir ilgi ile dinlemiş, standart bir klavyenin yalnız öğretim için değil, bunun dışında sağladığı büyük faydalara da inanmıştı. Bu bakımdan gerekli çalışmalara devam edilmesini ve kendilerinin de bu mesaiye iştirak edeceklerini bildirmişlerdi. 10 Mart 1955 tarihinde Ankara Ticaret Lisesi’nde toplanılması ve tespit edilen klavye şemasının görüşülmesi kararlaştırıldı. İlgili ve yetkili öğretmenlere de tebligat yapıldı. İlgililer arasında toplantıya gözlemci olarak davet edilen iki Amerikalı mütehassıs da mevcuttu. Standart klavye çalışmasının 15 Mart 1955 tarihinde tekrarlanan komisyonda kabul edilmesinde ve klavye üzerindeki tecrübe çalışmalarda bu iki Amerikalı mütehassısın büyük rolleri olmuştur. Anthony R. Lanza ve Edward Tutak Jr. İsimlerindeki sekreterlik öğretimi uzmanları olan bu Amerikalılarla ilk temas Siyasal Bilgiler Fakültesinden Maarif Vekaletine gönderilen yazı üzerine olmuştur. Yazıda Maarif Vekaletinın Amerikan F.O.A. idaresi ile yaptığı anlaşma gereğince Newyork Üniversitesi’nden Siyasal Bilgiler Fakültesine gelen Amerikalı Profesörlerden bahsedilmekte ve aralarında bulunan ticari öğretimle ilgili branşlarda ihtisas sahibi iki Profesörün ismi bildirilmektedir.


Tutak Jr. Ve Lanza adındaki bu iki profesörün Ticaret Okullarında araştırma ve incelemeler yapmaları, daktilografi-stenografi öğretiminde en son usul ve tedris vasıtalarını gösterebilecekleri bildirilmekte, bunlardan faydalanmak için Siyasal Bilgiler Fakültesi ile Mili Eğitim Bakanlığı arasında yakın işbirliğinin beklenildiği ve bundan çok memnun olunacağı açıklanmaktaydı.


Siyasal Bilgiler Fakültesinin bu teklifi Maarif Vekaletince müsait karşılanmış ve Fakülte ile işbirliği yapılması cihetine gidilmiştir. Esasen daktilo ve steno mütehassısları oldukları bildirilen Amerikalı Profesörler kendi çalışma sahalarını bulabilmek için muhitle muhtelif temaslara başlamış ve Ankara Ticaret Lisesi’ne de gitmiş bulunuyorlardı. İlk defa 23 Şubat 1955 tarihinde Siyasal Bilgiler Fakültesi baştercümanı Saim Mersinlioğlu refakatinde Mesleki ve Teknik Öğretim Genel Müdürlüğüne gelen Profesör Anthony R. Lanza ve Edward Tutak Jr. Ticaret Öğretim Şube Müdürü Raşit Tunca ve yardımcısı ile tanışıyorlar. Daha sonra da Genel Müdür Ferid Saner ile tanıştırılarak gelişlerindeki esas maksatları olan sekreter tipi eleman yetiştirilmesi ve bu amaç ile kurulacak merkez hakkında görüşmelere başlanıyor. Bu arada ilk alınan karar Ticaret Liselerinden on kadar öğretmenin 1955 yazında dört aylık mesleki kursa çağırılmaları hakkında olmuştur. Bu sahada çalışmalar yapılırken 10 Mart 1955 tarihinde Ankara Ticaret Lisesinde olması kararlaştırılan klavye toplantısına sözü edilen Amerikalı mütehassısların da gözlemci olarak katılmaları faydalı görüldü. Ve kendilerine İstanbul’dan bu iş için çağırılan daktilo öğretmeni İhsan Yener tanıştırıldı.


Ticaret Öğretim Şube Müdürü Raşit Tunca başkanlığında 7 Mart 1955 tarihinde Mesleki ve Teknik Öğretim Genel Müdürlüğü toplantı salonunda oturum yapılarak genel heyete o güne kadar yapılan klavye çalışmaları hakkında bilgi verildi. Anthony R. Lanza ve Edward Tutak Jr.dan klavyenin tertibi hususunda takip edilmiş olan yol hakkında fikirleri soruldu. Türkçede harflerin tekerrür nispetleri, en çok kullanılan harfler ve parmakların elverişlilik derecesine göre harflerin dağılışı da İhsan Yener tarafından bütün teknik teferruatı ve tecrübeleri ile etraflı olarak anlatıldı.


Bu çalışmalardan haberleri olmayan Amerikalı uzmanlar kendilerine anlatılan klavye problemini çok enteresan buldular. İleri sürülen bu şartlar altında standart bir klavyenin gerekliliğine ikna olduklarını ve şimdiye adar takip edilen yol ve çalışmaların da ilmi olduğunu gördüklerini söylediler.


Mesleki ve Teknik Öğretim Genel Müdürü Ferid Saner’in tavsiyesi ile 10 Mart 1955 tarihli klavye toplantısına davet edilen Lanza ve Tutak, sözü edilen toplantıya memnuniyetle katılacaklarını belirttiler.


Madem ki yeni bir klavye yapılıyor, o halde, bu iş yeni kurulacak Sekreterlik Öğretimi Merkezinin daktilografi tedrisatı için de önemlidir. Yeni klavyenin bundan sonraki sekreterlik öğretiminde esas olabileceğini düşünen Amerikalılar klavyenin yapılması konusunda yeni öğretmenlerimizle hemfikir olarak yeni klavyeye çok büyük ilgi gösterdiler.


10 Mart 1955 tarihinde Ankara Ticaret Lisesi’nde toplanan komisyonda Milli Klavye ihdasının mucip sebepleri, klavye tekniği, Milli klavye tatbikat ve planı ile klavyelerin tuş adetleri itibarıyla muhtelif şekilleri üzerinde görüşmeler yapılmış, İstanbul Sultanahmet Ticaret Lisesi Meslek dersleri öğretmeni İhsan Yener tarafından bu mevzularda bilgi verilmiştir. Komisyon Başkanı Mesleki ve Teknik Öğretim Genel Müdürü Ferid Saner’in klavye örnekleri hakkında Amerikalı uzmanların görüşlerini sormaları üzerine Anthony R. Lanza ve Edward Tutak Jr. klavye üzerinde bir miktar tecrübe yaptıktan sonra düşüncelerini bildireceklerini, öyle bir çalışmanın çok faydalı olduğuna inandıklarını söylemişlerdir.


Hazırlanan mevcut harflerin sağ ve sol ellerin parmakları ile vuruş temposunu tekrar tecrübe etmek ve hazırlanan klavye hakkında Amerikalı uzmanların düşüncelerini ihtiva etmek üzere bir rapor hazırlanmasına bu maksatla Mesleki ve Teknik Öğretim Genel Müdürlüğü, Ticaret Öğretim Şube Müdürü Raşit Tunca’nın başkanlığında Sabahattin Sertoğlu, İhsan Yener, Amerikalı Profesör Anthony R. Lanza, Edward Tutak Jr. dan ibaret 5 kişilik bir ihtisas komisyonu teşkil edilmesine, komisyona Mesleki ve Teknik Öğretim Genel Müdürlüğü Kurslar Şubesi Müdür Yardımcısı Necmettin Candan’ın tercüman olarak katılmasına ve tekrar 15 Mart 1955 tarihinde aynı yerde toplanılmasına karar verildi.


20 Ekim 1955 tarihinde kabul edilen klavyenin son şekli işte bu tarihler arasında Raşit Tunca’nın başkanlığındaki komisyonda tebellür etti. Ancak tespit edilen klavyenin 7 ay sonra toplanan standardizasyon komitesinin kararı ile kanuni bir mahiyet alabilmesi için Devlet Malzeme Ofisi’nin de toplantılara katılması gerekmişti. Mesleki ve Teknik Öğretim Genel Müdürü Ferid Saner tarafından bu konuya ofisin iştirak ettirilmesi gerektiği belirtilmeseydi hazırlanan klavye sadece Ticaret Öğretim Okullarında uygulanacak, bunun standart bir klavye olarak bütün memlekete yayılması ise pek çok sonra mümkün olabilecekti. Bu da ancak hususi kanuna istinaden Devlet Malzeme Ofisinin klavye standardizasyon işinde bizzat teşebbüsü ele alması ile gerekiyordu.


Devlet Malzeme Ofisi temsilcisi olarak Ticaret Müdürü Cevdet Özden’in de katıldığı 15 Mart 1955 tarihli toplantı Maarif Vekaletinin bu konudaki son toplantısı olmuştur.


Bu arada Raşit Tunca’nın başkanlığında klavyeye verilen şekil şöyle olmuştur:


Kelimeleri teşkil eden her hece içinde bir sesli harf bulunduğu gözönünde bulundurularak, bir harfin sağ elin parmakları ile müteakip harfin sol elin parmakları ile yazılması suretiyle yazıda her iki elin muvazenesinin de sağlanması temin edildi. Böylece evvelce toplantıya getirilen klavyeden farklı olarak sesli harflerin hepsi sol elde toplandı. Sağ elde yalnız sessiz harfler kalmış oldu. Tekrarlama sayısına göre her parmağa kabiliyeti ile uygun olarak harflerin verilmesi prensibine önceden olduğu gibi uyuldu. Üzerinde hiçbir harf, rakam ve işaret olmayan klavye şemasına harfler İhsan Yener tarafından yeniden dizilirken Profesör Anthony R. Lanza ve Edward Tutak Jr. de sol elle vurulan her harf için (-) ve sağ elle vurulan her harf için de (+) işaretini yan yana koyarak kelimede artı ve eksi işaretlerinin birbirini sıra ile takip edip etmediklerini (+-+-+-+-) kontrol ederek her harfin yeri için muvafakatlerini bildiriyorlardı.


Böylece meydana çıkan klavyenin işaret ve sayıları şu şeklde tesbit edilmiş oldu